Vedalaşma anı hep zordur. Beni çok etkileyen bişey değil açıkçası ama annemi ağlarken ve sebebi ne olursa olsun benim yüzümden ağlarken görmek beni çok üzdü. Babamdan sonra hep ben vardım ve şimdi ben de gidiyordum. Abimin bile gözlerinin dolduğunu gördüm. Biricik yeğenim Burak da tabi ayrı bir hasret kaynağı olacak. Neyse bir odun olarak vedalaşma kısmını kısa tutmayı başardım ve ben, Selin ve Onur havaalanına doğru yola çıktık.
Yolda gene üzerimde bi sıkıntı bi stres bi belirsizlik vardı. Alana vardığımızda hemen inmedik arabadan ve bi 15 dk kadar oturduk. Daha sonra masa hakeminin TIMEEEE diye bağırması ile kalktık ve girişe geçtik. İşte bir zor an daha! Keşke sevdiklerimizi cebimize koyup dilediğimiz yere bizimle götürecek teknoloji olsaydı.Biz göremedik ama gelecek nesiller inşallah görür demeyeceğim. Hahaha gundiler nasılda yediniz. Biz çektik hasret acısını o ipneler de çeksin. Neyse goygoyu bi kenara bırakırsak artık alandaydım ve artık pazardı.
Şimdi gelelim bugüne ve yolculuğa...
Türkiye saati ile sabah 04:20 de uçağım havalandı. Kısa süreli sıradan bir yolculuktan sonra 05:20
gibi İstanbul Atatürk Havaalanındaydım. Alanda gezinme, check-in, duty free vs derken saat 08:10
oldu ve kendimi viyana uçağında buldum. Thy'nin güzel uçaklarından biriydi ve rahat bir uçuştu. Ama şansımı öpeyim, Viyana ile New York uçağımın arasında 50 dk gibi kısa bir süre varken ben 200 kişilik uçağın en arkasında oturuyordum. İnince beni hızlı bir koşuşturma bekliyordu. Üstelik Viyana Havaalanında daha önce bulunmamıştım. Uçaktan inmem uzun sürsede alanda vakit kaybetmeden terminalimi kolayca buldum. Tr saati ile 12 gibi uçağım havalandı. Hayatımda bindiğim en büyük uçaktı. Yanımda iki güzel Avusturyalı kız vardı dememi bekliyorsanız yanılıyorsunuz malesef iki avusturyalı düdük vardı. Ara sıra kısa süreli sohbetlerimiz oldu ama genelde yolculuğum karşımdaki ekranla ilgilenerek geçti. İlk sekiz saat rahatken son iki saat gerçekten dizlerim açısından sıkıntılı oldu. Ah bu uzun bacaklarım. Eee bacağı uzun olanın......Lan gene goygoya sardık. Whatever... ba ba baa hemen de girdik Amerikan havalarına. Herneyse New York saati ile 15:30 gibi uçak JFK havaalanına tekerlek koydu. Veee geldik mi zurnanın zırt dediği yere (bu arada zurna zırt mı der aq bu lafı kim çıkarmış). Uçaktan çıktık ve gümrük sırasında beklemeye başladık. Sıranın bana gelmesi ile tam klasik Amerikalı tip bir memurun karşısına geçip pasaportumu ve uçakta doldurduğum mavi formu uzattım. Korktuğum gibi olmadı ve memurun "where will you stay" ve "how long will you stay" gibi bişey olan sorusuna verdiğim kısa cevaplardan sonra pasaportumu alıp uzaklaştım. Sıra gelmişti valizi almaya. Şimdi en son benim valizim gelir, hatta benim gibi gudubetin bavulu Viyana'da kalmış gelmemiştir diye düşünürken valiz elinde götler alemine tek yönlük biletle en önde çıka geldi. Elbette o bilet banaydı. Böylece ilk ve en uzun aşama gerçekleşmişti.
gibi İstanbul Atatürk Havaalanındaydım. Alanda gezinme, check-in, duty free vs derken saat 08:10
oldu ve kendimi viyana uçağında buldum. Thy'nin güzel uçaklarından biriydi ve rahat bir uçuştu. Ama şansımı öpeyim, Viyana ile New York uçağımın arasında 50 dk gibi kısa bir süre varken ben 200 kişilik uçağın en arkasında oturuyordum. İnince beni hızlı bir koşuşturma bekliyordu. Üstelik Viyana Havaalanında daha önce bulunmamıştım. Uçaktan inmem uzun sürsede alanda vakit kaybetmeden terminalimi kolayca buldum. Tr saati ile 12 gibi uçağım havalandı. Hayatımda bindiğim en büyük uçaktı. Yanımda iki güzel Avusturyalı kız vardı dememi bekliyorsanız yanılıyorsunuz malesef iki avusturyalı düdük vardı. Ara sıra kısa süreli sohbetlerimiz oldu ama genelde yolculuğum karşımdaki ekranla ilgilenerek geçti. İlk sekiz saat rahatken son iki saat gerçekten dizlerim açısından sıkıntılı oldu. Ah bu uzun bacaklarım. Eee bacağı uzun olanın......Lan gene goygoya sardık. Whatever... ba ba baa hemen de girdik Amerikan havalarına. Herneyse New York saati ile 15:30 gibi uçak JFK havaalanına tekerlek koydu. Veee geldik mi zurnanın zırt dediği yere (bu arada zurna zırt mı der aq bu lafı kim çıkarmış). Uçaktan çıktık ve gümrük sırasında beklemeye başladık. Sıranın bana gelmesi ile tam klasik Amerikalı tip bir memurun karşısına geçip pasaportumu ve uçakta doldurduğum mavi formu uzattım. Korktuğum gibi olmadı ve memurun "where will you stay" ve "how long will you stay" gibi bişey olan sorusuna verdiğim kısa cevaplardan sonra pasaportumu alıp uzaklaştım. Sıra gelmişti valizi almaya. Şimdi en son benim valizim gelir, hatta benim gibi gudubetin bavulu Viyana'da kalmış gelmemiştir diye düşünürken valiz elinde götler alemine tek yönlük biletle en önde çıka geldi. Elbette o bilet banaydı. Böylece ilk ve en uzun aşama gerçekleşmişti.

Alandan çıkıp gideceğim adresi ve kullanmam gereken metroların adını biliyordum. Ama tabi beni İzban beklemiyordu orda. Sadece havaalanının içinde 4 farklı tren çalışırken sanırım kimse beni
aptal olarak görmez. Bi şekilde doğru treni buldum ve ilk aktarmaya doğru yola koyuldum. Gittiğim gezdiğim yerlerin metro sistemleri hep ilgimi çekmiştir bugüne kadar ve kocaman New York metrosunu (Amerikalı'lar Subway diyor kendilerine) kullanma zamanıydı. Jamaika istasyonuna gelmiştim (lütfen ama lütfen sen NY de değilmiydin ne ara Jamaika'ya gittin esprisini yapmasın kimse). İstasyonda karşılaştığım Jamaikalı'ya (gerçekten Jamaika metro istaysonunda bir Jamaika'lı ile karşılaştım) ooo Usain Bolt demek gibi bir dallamalığı da yaptım. Şimdi inmem gereken 75 st station dı ve metronun içindeki dijital tabela ile doğru istasyonda inmem zor olmadı. Metrodan iner inmez klasik Amerikan filmlerinden alışık olduğumuz bir alt sınıf mahalle ile karşılaştım. Bu arada siz alt sınıf dediğime bakmayın Türkiye'deki deki üst sınıf mahallelerden daha güzel bir mahalle. Şirin bahçeli iki-üç katlı evler, çimler, ağaçlar ve geniş kaldırımları olan tatlı bir sokaktaydı kalacağım ev. Kısa bir arayıştan sonra doğru evi buldum.
İçimde farklı bir heyecan vardı. Derin bir nefes alıp kapıyı çaldım. Sonra bir daha ve bir daha çaldım. What the fuck is thatttt!!! Kapıyı açan yok. O an işte kendime oğlum Erkan bu senin cidden sıçtığın andır dedim. Daha sonra Graham Bell geldi gözümün önüne ve "yapraaammm ben o aleti neden icat ettim mal mal duracağına arasana adamı" dedi. Aradım ve kısa bir konuşmadan sonra ev sahibim (Louis) kapıyı açtı. Meğersem uyuyormuş dingil ve kapıyı bornozla açtı. Hayır önü bağlıydı...
Kısa bir selamlaşmanın ardından bana odamı gösterip ben uyumaya gidiyordum dedi. Hani sıcak bir aile olacaktı, bana hoş geldin partisi düzenleyecekler, kıçları ile düdük çalacaklardı. Herif sittirip uyumaya gitti. Bu bana çok koydu ve bir anda hayallerimin yerle bir oldu, çünkü evi ve odayı hiç beğenmemiştim. İşte bu seferde kendime yaprak mı var çıktın geldin adam gibi evini bırakıp dedim. İçimdeki gezgin ruh kaybolup yerini bir anda Yılmaz Morgül'e bıraktı.
Odamda iki tek kişilik yatak vardı ve sebebini hala bilmesem de kapıya yakın olanı seçtim. İç güdüsel diyeceğim ama benim içimde güdü değil güdük var biliyorsunuz. Tavanda ampullerin koruma camının olmadığı bir avize, iki yatak arasında kahverengi kapaklarının yarısı çalışmayan bir dolap vardı. Sanırım duvarlar son boyandığında Kenedy hala vurulmamıştı.
Valizimi direk olduğum yere koydum ve evi incelemeye başladım. Malesef banyo istiklaldeki geceliği 20 tl lik hostelleri andırıyor, hatta paralı tuvaletlerin tuvaletini. Mutfak nebzeten daha güzel ve şirin ama hala filmlerde izlediğimiz mutfaklardan değil (biliyorum içinizden beyaz sarayı mı bekliyordun diyorsunuz ama bu kadar da kötü olmamalıydı). Hiç mi güzel bişey yok dediğinizi duyuyorum, evet var. Living room cidden hoş. Kırmızı deri koltuklar, içi boş bir şömine, abajurlar, kocaman bir ağaç ve bir şovalye var. Hani şu bizim Sherwood Bar varya hah onun içindekinin aynısı.
İlk gün böyleydi işte. Zaten jetlag effect ile saat 6 da gelen uykuma 8 de yenik düşüp derin düşüncelerle uykuya daldım. Malum ertesi gün 6 da uyanmam gerekecekti.
Bu linki yada sayfanın solundaki bağlantıyı tıklayarak devamını okuyabilirsiniz. http://erkanusa.blogspot.com/2013_11_01_archive.html
Soluksuz okudum brathan Devamini bekliyoruz
YanıtlaSilTsk ederim dostum.Resimlerle beraber yazıların devamı gelecek.
Silanlaşılan fılmlerdekı gıbı olmamıs ama saglık olsun...
YanıtlaSil